Atatürk çok hastaydı, yabancı doktorlarca tedavi edilmesini istemese de ülkenin en başındaki kişiler ısrarcıydı…
Türkiye’deki doktorların teşhisinden sonra Başbakan Celal Bayar yabancı hekim konusunu bir kez daha Atatürk’e hatırlattı. Yaklaşık bir buçuk ay önce de hatırlatmış, “Ortada Hatay meselesi var, hastalığım dışarıda duyulursa fena olur” yanıtını almıştı. Bayar, bir kez daha ısrarcı oldu:
“Efendim bizim için en önemli dava sizin sağlığınızdır. İzin verin bir yabancı uzman getirelim…”
Bu kez itiraz etmedi.
“Çocuk!” dedi. “Ne yapacaksan çabuk yap, ben hastayım.”
PROF. EPPİNGER’İN HİTLER’E RESMİ BAĞLILIK YEMİNİ
Avusturya artık tamamıyla Hitler’in avucunun içindeydi. Ülkedeki herkes gibi devletin başındakiler ve bilimadamları da Hitler’e yemin etmek zorundaydı.
Prof. Hans Eppinger de yemin etti. Ancak ettiği yemin bu kez Hipokrat değil, Faşist Lider Hitler’in kölesi oluşuna dairdi:
“Yemin ediyorum:
Alman İmparatorluğu’nun ve halkının lideri Adolf Hitler’e sadık ve itaatkâr olacağım. Kanunlara dikkat edecek ve bulunduğum mevkideki vazifelerimi vicdanlı yerine getireceğim. Tanrım bana yardım etsin.
Viyana, 22.3.1938
Hans Eppinger.”
Vicdanlı olacağını söylüyordu ancak dünya tam anlamıyla siyasi ve askeri bir kaostan geçiyordu. Para baronları Hitler’i kullanarak Orta Doğu’da zengin siyonst Yahudiler’ce kurulacak bir devletin inşasını çoktan başlatmıştı. Bu nedenle Hitler’in karşısına çıkacak devlet liderlerinin bir şekilde ortadan kaldırılması gerekiyordu…
KATİL PROFESÖR DOLMABAHÇE’DE
Eski Romanya Kraliçesi Marie’ye siroz tedavisi yapan Hitler’in deneyci doktoru Prof. Hans Eppinger, 30 Temmuz günü Türkiye’ye yaklaşmak üzereydi; 18 Temmuz günü Sirozdan ölen Kraliçe’nin cenaze töreninden dönüyordu…
31 Temmuz 1938 Pazar
Dolmabahçe Sarayı
Hitler bıyıklı, ince uzun burunlu, iri kulaklı, göz ferleri sönük; asık ve solgun bakışlı, elmacık kemikleri keskin, sert bir yüz ifadesi vardı. Dolmabahçe Sarayı’nın 71 numaralı odasına girdiğinden o yana selamlaşmanın dışında hiç konuşmamıştı. İşine odaklıydı. Prof. Eppinger’in Atatürk’ün burnunun dibine kadar girdiği hiçbir resmi belgede yer almayacaktı. Oysa muayene ettiği hastası samimi kişiliğiyle bilinen, cesur bir asker, dahi bir politikacı ve dünyanın tanıdığı, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu bir devrimciydi.(Atatürk’ün her anı; sağlık ve ziyaretçileri dahil kayıt altına alınıyordu)
Altmış yaşındaydı. Prag’da doğmuştu. Avusturyalı Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünya gelmişti. Uzmanlık alanı iç hastalıkları, özellikle de karaciğer rahatsızlıklarıydı. Çevresince kaba biri olarak bilinirdi…
Durumu ciddi olan atatürk’ü muayene etmeden önce her biri mesleklerinde uzman olan Türk hekimlerini hiçe sayarak, hiçbir bilgi alışverişinde bulunmadan, Atatürk’ün yattığı odaya girmişti. (Yıllardır konuşulan cıvalı ilaç “Salyrgan” ilk kez o an mı verilmiştir ya da başka bir ilaç enjekte edilmiş midir bilinmemektedir. Özel Şahingiray’ın Celal Bayar’ın arşivinden derlediği, Atatürk’ün Son Nöbet Defteri–Atatürk’ün hastalığından vefatına kadar tutulan hastalık seyrini ve tedavi metodunu tespit eden jurnaller / 1 Ekim 1938-10 Kasım 1938 kitabındaki tarihlerde Prof. Eppinger’in gelişi ve yaptığı muayene ile tedavi yöntemleri bulunmamaktadır. Varsa da bugüne kadar kamuoyuna açıklanmamıştır. O güne ait bilgiler, yani kullanılan ilaç ve muayene yöntemi kamuoyuna açıklandığında bazı gerçekler de gün ışığına çıkacaktır.)
Oysa hekimler arası konsültasyon (görüş alışverişi) çok mühimdi. Hastanın durumu hep birlikte görüşülüp tartışılmalıydı…
Atatürk, tam anlamıyla bir insan sarrafıydı. Ortalık sakinleşince Sağlık Müsteşarı Asım Arar’ı yanına çağırttı. Kendisini tek başına muayene eden Prof. Eppinger ile ilgili bilgi aldı, sonrasında görüşlerini dile getirdi:
“Ne kaba bir adam, kendisinden hiç hoşlaşmadım!”
Hekimler akşam saatlerinde bir araya gelebildi. Prof. Eppinger de yanlarındaydı. Konuşulanları dinledi, diyet önerisini açıkladı:
“(…) Çiğ meyve kürü ve bol bol karpuz kavun yedirilmeli.”
Ardından uygulanacak tedavi yöntemini ve kullanılması gereken ilacı söyledi:
“(…) Karnındaki asidin boşaltılması için hastanın bedenine idrar söktürücü mahiyette olan ‘Salyrgan’ ilacının enjekte edilmesi gerekir.”
Hekimler şaşırdı. İlacı ilk kez deneyeceklerdi. Prof. Eppinger 3 ün sonra ülkesine döndü…
Atatürk’e o günden sonra 3 kez Prof. Eppinger’in uygun gördüğü Salygran enjekte edildi. Bir ulusu, bir halkı yoktan var eden Atatürk 10 Kasım 1938 günü (Eppinger’İn gelişinden 3,5 ay sonra) maalesef aramızdan ayrılacaktı…
NURBERG MAHKEMESİ’NDEN PROF. EPPİNGER’E KATİL DAMGASI
Atatürk öldükten çok kısa bir süre sonra 1. Dünya Savaşı çıktı. Prof. Hans Eppinger savaş sona erene kadar Yunan Başbakanı Metaxsas’ın ölümü sırasında da yanındaydı.. Sadece bununla sınırlı değildi. Bir yıl sonra ölen Bulgar Kralı Boris’in ölüm anında da bulundu…
Dostlarınca hiç sevilmeyen Prof. Eppinger savaş bittiğinde Nürberg Mahkemesi’nce 29 Çingene’yi damarından tuzlu su vererek öldürdüğü gerekçesiyle idam cezasına çarptırıldı. Ancak kendisi idam edilmeden intihar ederek ölmeyi seçti…
Prof. Eppinger, kendine has prensipleri olan biriydi. Yaşamın, başarıyla bina edileceğine inananlardandı. Hırslıydı. İçine kapanık; duygularını dışa vuran biri değildi. Mantığını ön planda tutardı. Hedefine kilitlendiğinde gözü başka bir şey görmezdi. Sebebi ne olursa olsun hiçbir gecikmeye tahammül edemezdi. Ketum ve ciddi tavırlıydı. Gelenekçiydi. Çocukları dahil arkadaşlarıyla mesafeliydi. Sabırlı, kuşkucu ama en önemlisi acımasızdı.
Hitler insanları sınıflandırmaktan zevk alıyordu. Bazı üst düzey asker ve bilim insanlarına onun özel izniyle Deutschblütigkeitserklärüngen (Alman Kanı Sertifikası) verilmişti. Prof. Eppinger de onlardan biriydi. Eş dindarlığı seçmişti. “Resmi Aryan” olarak akredite edilmişti.
Mesleki ilgi alanları ve uzmanlığı, iç hastalıkları, patoloji, diyafragmatik kusurlar, kardiyak astım, dolaşım bozukluğu, nefroz, hemolitik anemi, inflamatuar reaksiyon, paratiroid hastalığıydı. Karaciğer hastalıkları üzerinde deneyler de yapıyordu.
Viyana’dayken kütüphanedeki kitaplardan ve ciltli dergilerden sayfa keserken yakalanınca üniversite kütüphanesine girmesi yasaklanmıştı…
Ünlü Hollandalı anatomist hocası Karel Frederik Wenckebach’ın laboratuvarından safrakeselerini çaldı ve daha sonra bu örnekleri onay olmadan kullanarak, beriberi hastalığından ölen kişilerde safrakesesi ödemi içerikli fenomen makalesini yayımladı..
.
Yüksekte bulunduğu zamanlar aşağıdaki hastalara tükürüyordu…
Asistanlarına cansız malzeme gibi muamele ediyordu…
Bir keresinde formalin (kimyasal sıvı) içinde bulunan bir cesedin testisinin tamamını almıştı.
Hastaların izni olmadan bilimsel deneme yapacağını söyleyerek karaciğer biyopsisi yapardı…
Bir hastanın sebepsiz yere radial arterini (el bileğinde birbirine paralel seyreden, eli besleyen 2 atardamardan biri) izinsiz açmıştı…
Klinikte çekinmeden lavaboya idrarını yapardı…
Günün ortasında sadece kısa bir gecelikle yarı çıplak klinikte dolaşırdı…
Sevmediği kişilerin laboratuvar dolaplarını kirletiyor ya da kırıyordu.
Başhemşirenin en sevdiği kedisini çalmış ve deney için kullanmıştı…
Tedavide ölen hastalara reaksiyonu oldukça gaddardı…
Difteri hastalığından ölen bir kızına evde kendisi otopsi yaparak parçalamıştı…
Peki, böylesine bir hekimin Atatürk’ün tedavisinde kim uygun gördü, kim ya da kimler izin verdi?
Bu soruların yanıtlarının ayrıntılarını, bilgi, belge ve fotoğraflarını kronolojik olarak Atatürk’ün Katilleri ve O Doktor kitabımda bulabilirsiniz…